Ben Esra telefonda seni bosaltmami ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32
Çalıştığım gazetenin editörü ile başım dertte. Bağlı olduğum servise tayin olduğundan beri bana kancayı taktı. O geldikten sonra gazeteye pek az haber ve fotoğrafım girmeye başladı. Çok ince eleyip dokuyan birisi, armudun sapı, üzümün çöpü diyerek çalışmalarıma mana bulup çöp sepetine atıyor. Ayrıca kadın oluşu, karşısında serbestçe konuşmamı engelliyor. Daha doğrusu, kocası gazetenin sahibi… Hoş beni hiç konuşturmuyor ya. O da ayrı bir mesele…Bu yüzden akşamları arkadaşlarla keyif için aldığım bir iki bardak içkiyi çoğalttım… Gece postasında çalıştığım bir günün sabahı, herkes işini götürüp editörün masasına teslim ederken, ben özellikle en sona kalmak için oyalanıyor, odadan odaya dolaşıp güya bir şeyler arıyormuş gibi davranıyordum. Nihayet en sona kalmayı başardım. Diğer arkadaşlar görevlerini tamamlamış, tatlı uykularını çekmek üzere evlerinin yolunu tutmuşlardı. Kapıyı kapadığımı duyan editörüm, başını incelemekte olduğu yazıdan kaldırıp elini uzattı. “Ver bakalım” diyerek benden işimi istedi. İçimden “Al şunu” diyerek yarağımı göstermek istedim ama bir çuval inciri berbat edebilirdim. Masaya serdiğim fotoğraf ve yazıları bir süre inceledi, sonra da “Ne bunlar böyle?” diye soğuk bir biçimde sordu. Aslında ne olduğunu çok iyi anlamıştı. Ahlak masası ekipleriyle yaptığımız bir baskında bir sürü dönmeyi uygunsuz vaziyette yakalamıştık. Ben de fotoğraflarını çekmiştim. Göğüsleri meydanda, elleri ile yüzünü kapamaya çalışan dönmenin fotoğrafını bir kenara atarken, “Bunlar genel ahlaka aykırı, basamayız” diyerek dudaklarını büktü. İçimden, “Giydiğin kısacık ince şortun acaba genel ahlaka uygun mu?” diye geçirip diğer fotoğrafları göstermeye çalıştım. Bakmak istemedi bile, “Bunların hepsi çok açık, basamayız dedim ya” diyerek kestirip attı.
Eh! Öyleyse ben sana basayım da gör bakalım editör hanım… Tam zamanıydı, kocaman elimi uzatıp kabarıklığını avuçladım. Elimle kıskıvrak yakalamıştım. Gözlerini fal taşı gibi açıp, “Delirdin mi, ne yapıyorsun?” diye bir şeyler söylemeye çalıştı. Daha fazla konuşmaması için de ensesinden yakalayıp dudaklarımı ağzına kapattım. Amını elimle yoğururken, dudaklarını öylesine ateşli bir şekilde öpüyordum ki, en soğuk kadın bile kayıtsız kalamazdı. Beni omuzlarımdan itip, “Çılgınsın” diye bağırdı. Bu sefer iki elimle boynuna sarılıp tekrar tıkadım ağzını. Yavaş yavaş gevşeyip kolları ile belime sarıldı. Böylece kaleyi içerden fethetmiştim. Editörüm, “Biri gelebilir” diyerek beni uyardı. Doğrusu, her an biri içeri dalabilirdi, hemen fırlayıp kapıya “Toplantı var, girilmez” yazan tabelayı takıp ardından da kilitledim. Bu arada editörüm iki elini masaya dayamış, kalçalarını bana doğru çevirmişti. Ben yanına yaklaşırken, o dahili hattan sekreteri Demeti aramış, “Demet hanım, çok meşgulüm. Lütfen telefon bağlamayın” demişti. Yanına iyice yaklaşıp şortunu ve külotunu ayak bileklerine indirdim. Her zaman iştahla baktığım kalçaları bir karış önümdeydiler. Editörümüzün yüzü gibi amı ve götü de bakımlıydı. Amında bir tek kıl bile yoktu, götü ise pırıl pırıl parlıyor, adeta gel beni yala diye haykırıyordu. Amının iyice ortaya çıkması için biraz eğilmesini istedim. Dediğimi yapınca kaymak gibi amı artık burnumun dibindeydi. Kasıklarından tutup kendime doğru çektim bu muhteşem üçgeni, yiyor muydum, yoksa yalıyor muydum, ben de şaşırmıştım ne yaptığımı. Ama ortada bir gerçek vardı ki, bu yaptığım editörümün çok hoşuna gitmiş, iyice masaya yayılmış, zevk çığlıkları atmaya başlamıştı. Nihayet editörümün hoşuna giden bir şey yapabilmiştim sonunda… Bir süre onu yalayıp zevk girdaplarında uçurduktan sonra, yavaşça ayağa kalkıp fermuarını indirdim. Pantolonum ayaklarımın dibine inince, editörüm sikimi merak etmiş olmalı ki, dönüp baktı, iriliği gözlerini kamaştırmıştı. “Oh!… Onu bana sok, lütfen çabuk…” diye inlemeye başladı. Eh, yazı işlerinin günlük haber toplantısına fazla bir zaman kalmamıştı… “Yağma yok editör hanım, şimdi biraz da sen yalvar bakalım” dedim içimden… Yarağımı gövdesinden kavrayarak amının dudaklarına sürtmeye başladım. Editörüm zevkten perişan olmuştu. Sikimi amının etrafında dolaştırdıkça bacaklarını iyice aralayıp içine girmemi bekliyor, sokmadığımı görünce de kalçalarını titretip, “Hadi sok şunu, ne olursun, hadi” diye inleyip yalvarıyordu. Eh, kök söktürme sırası şimdi bana gelmişti, yarağımı geri çekerek tempoyu düşürdüm. “Ne olursun beni sik, sonra her istediğini yapacağım… Hadi sok onu bana ne olursun…” Ben keyiften gülümsüyordum, “Hah, şöyle imana gel bakalım” dedim içimden kendi kendime, ama yine de yarağımı sokmamakta inat ettim. Sabrı tükenen editörümüz, birden hızla arkaya dönüp beni omuzlarımdan itip sandalyenin üzerine oturttu ve hiç vakit kaybetmeden ata biner gibi kucağıma oturdu. Tabi bu arada eliyle yarağımı kavrayıp içine almayı da ihmal etmedi. İki eliyle de boynuma sarılıp kucağımda sikimin üzerine inip kalkmaya başladı. Her durumda editör olduğunu belli etmese olmaz sanki. İşte yine insiyatif ona geçmişti. Üzerime hızla inip kalkıyor, dilediğince siktiriyordu kendini. Bir ara titrediğimi görünce boşalacağımı anladı, hemen eliyle yarağımı kökünden kuvvetlice sıkıp, “Sakın içime fışkırayım deme, çünkü ben daha doymadım” dedi. Doğru söylüyordu, onca sikilmesine rağmen henüz gelmemişti. Bu arada ben de boş durmuyordum. Bluzunun iki düğmesini çözüp meydana çıkan bembeyaz memelerine yumulup öpmeye, yalamaya başladım. Bazen de ince belinden tutup üzerine oturup kalkmasına yardım ediyordum. Birden gözleri baygınlaşarak kucağıma yığıldı, bayıldı sandım, meğerse orgazm oluyormuş. Az sonra yüzüme gülerek, “Ben doydum” dedi. Öyleyse sıra bana gelmişti. Onu kucağımdan ittim, arkasına geçip kalçalarını kavradım, elleri ile sandalyeye tutunup kıçını iyice geriye doğru çıkardı. Yarağıma amına yerleştirip hepsini içine kökledim. Biraz önce “Doydum” diyen editörüm, tekrar zevk çığlıkları atmaya başlamıştı. Artık benim de boşalma zamanım gelmişti, kasıklarından iyice kendime doğru çekip spermlerimi içine yollamaya başladım. Spermlerimin sıcaklığını içinde hisseden editörüm bir kez daha boşalmıştı. Tam o sırada dahili telefon çaldı. Sekreter Demet, yazı işleri toplantısının başlayacağını haber veriyordu. Editörüm aceleyle üzerini düzeltip makyajını tazelerken odadan çıktım. Sekreter Demetin önünden geçerken, Demet, “Hayrola, ne toplantısıydı bu?” dedi anlamlı anlamlı gülümseyerek. “Ne oldu ki?” diye sordum elimde olmadan. O yine gülümseyerek, “Hiç canım, sabahın bu saatinde pek özel görüşme yapmazdınız da… Merak ettim. Neredeyse toplantıya yetişemiyordu” dedi. Onun bir şeylerden şüphelendiğini anlamıştım ama aldırmadım, servisteki masama geçip zaman öldürmeye başladım…
Daha toplantı bitmemişti, bir ara çaycı Hüseyin yanıma geldi, “Müjdemi isterim” dedi. “İçeride sizin editör seni bir övüyor ki, hayret edersin ağabey. Şeytanın bacağını kırdın galiba” dedi. Ben sadece gülümsemekle yetindim. Bu çaycı milleti, Tanrı vergisi midir nedir, her şeyden anında haberdar oluyorlardı. “Bu çay benden ağabey, hayırlı olsun” dedi giderken. O sırada Demetin oturduğu tarafa baktım, bizi dinlediğini anladım. Gülümseyerek bana bakıyordu. Sadece, “Şeytanın bacağı ha…” dedi. Cevap vermedim. Öğleye doğru iki haberimin de gazeteye girdiğini öğrendim. Editörüm benden memnun kalmıştı anlaşılan. Bir iki telefondan sonra, editörümün kocasının Cumartesi günü yurt dışına gideceğini öğrenmiştim. Öğleden sonra, bir ara kapısının önünden geçerken başımı içeri uzatıp, “Cumartesi günü geliyorum” dedim. editörüm, parlak gözlerle bakmış, hafifçe gülümsemişti… Demet, önünden geçerken dayanamamış, “Hafta sonu mesaisi mi?” diye sormuştu. Onunla ağız dalaşına girmeye hiç niyetim yoktu, gülümseyip yerime geçtim, ama Demeti de seyretmekten kendimi alalamadım. Cumartesi akşamı, editörümün evindeydim. Daha doğrusu, gazetemizin sahibinin evinde… Şehrin lüks semtlerinden birinde, harika bir evin sahibiydi. Kırmızı tuğlalarla örülü bahçe duvarı boyunca uzanan sık süs bitkileri ve ağaçlar evi yabancı gözlerden gizliyordu. Dört katlı binanın ön ve arka cephesi tümüyle sarmaşıklarla kaplanmış, karanlığın içinde gölgeleniyordu. Ağır ahşap kapının üzerindeki bronz tutamaklar da belli ki yıllar öncesine aitti.
Zili çaldım ve inanılmaz çekicilikte, siyahlar içinde, mini etekli bir hizmetçi karşıladı beni ve içeriye aldı. Genç kadının bacakları sütün gibi dümdüz ve iriceydi, eteği nefis kalçalarını örtmek şöyle dursun, daha da çıplak gösteriyordu. İçimden, “İşte sabaha kadar emip yalamaktan bıkmayacağım bir çit bacak” diye geçirdim. Hizmetçi kadın önümde kıçını sağa sola sallaya kıvıra yürüyor, beni üst kata çıkarıyordu. Öyle ince beli, öyle iri ve güzel götü vardı ki, dayanamadım ve elimi atıp avuçladım. Bir avuç dolusu kıç eti avcuma sıkıştı, elimi iyice kapattım, canını yaktım. Bana mısın demedi, daha da kırıtmaya, götünü kıvırmaya başladı. Arkasından kalçalarını tutup kıçına doğru önümü yasladım, o da kendini arkaya verdi. Heyecanlanmıştım, o da heyecanlandığını belli etmemeye çalışarak, “sabırlı olursan bir şeyler yapabilirim belki” diye fısıldadı… Geniş koridorda bir kapının önünde durduk. “Hanımefendi içeride banyoda. Sizi bekliyor” dedi. Gerçekten de banyoya girmiştim ve editörüm çırılçıplak yıkanıyordu. Beni hissedince arkaya dönmüş, “Gelsene” demişti. Hemen soyunup yanına gittim. Onu çırılçıplak görmek beni hemen tahrik etmiş, hizmetçinin biraz önce kaldırdığı yarağımı daha da dikleştirmişti. “Bakıyorum hazırsın” dedi editörüm gülerek. Ona hemen domalmasını, arkadan yapacağımı söylediğimde, “Mümkün değil, orayı vermiyorum. Bunca yıllık kocama bile…” dedi. Onu hemen zorlayıp elimden kaçırmak istemiyordum. Kaderime razı olmuştum. Sıcak duşun okşayıcı çarpışları altında önüme oturmuş, sikimi emmeye başlamıştı. Emdiği yarağımı yüzüne yapıştırıp, aşağı yukarı sürterek yanaklarına boşalttığı zamansa zevkten ölüp ölüp diriliyordum. Muhallebi kıvamındaki meniler, duştan akan suyla karışıp, sevgili editörümün boynuna, oradan da memelerine ve daha aşağılara karnına, kasıklarına ve nihayet kadınlığına ulaşıp, yapışkanımsı bir uzantı ile banyonun mermer döşemesine süzülüyordu. Az sonra, içimde kalan son kırıntıları, damlacıkları yutmak için sikime ağzını dayadı ve güçlü emişlerle sikimi içine çekmeye başladı. Sikim, dudaklarının basıncı, ağız boşluğunun nemli, kaygan ve sıcak vakumu ile anında kabarıp büyüdü, ağzının içini dolduruverdi. Bir süre ağzına sokup çıkardıktan sonra, ilk defa deneyeceğim bir şeyi istedi benden, “Yüzüme işer misin?” dedi. Çok şaşırmıştım ama onu kırmaya da niyetim yoktu… Ikınarak getirdim benimkini, büyük ve güçlü bir şırıltıyla yüzüne patladı altın duş. Benim sıvılarım ip gibi uzayıp yüzüne çarpıp, sıcak damlacıkları etrafa, boynuna memelerine, saçlarına saçılırken, sağ eliyle dibinden kavrayıp iyice açtığı ağzına hizaladı ve akan sidikleri doldurmaya başladı. Şırıltı ile dolan ağzındaki sıvıları acele ile boşaltıyor, sonra sikimin ucunu ağzına bir-iki santim kadar sokup yeniden dolduruyordu. Bu arada boğazındaki refleksten bir miktarını da yuttuğu belli oluyordu. Sanki çeşmeden kana kana su içen birisi görüntüsü ile son damlaya kadar yaptı bunları… Artık sıvının gelmediğini görünce, sikimi çekiştirip muhallebimi getirmek için çırpınmaya başladı. Sıcak suyun ve ilk defa yaşadığım bu olayın şoku ile derhal ağzına patladım, iki elimle saçlarını dibinden kavrayıp, yüzünü sikime yapıştırdığım için çırpına çırpına, kıvrana kıvrana her damlasını yutmak zorunda kaldı. İrileşmiş gözleri ve yüzündeki gergin ifade, dudaklarından dökülen itiraz inlemeleri, bu zorla yutma işinden hiç memnun kalmadığını gösteriyordu…
Ben Esra telefonda seni bosaltmami ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32
İlk Yorumu Siz Yapın